istanbul escort
escort bayan
escort bursa escort bursa
escort konya
1xbet supertotobet
https://guclukadin.org/ https://puma-trainers.net/
https://www.istanbultaksi.org/
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...


Erdem Yücel

facebook-paylas
Dünden Bugüne İstanbul yaşantısı (2)
Tarih: 12-12-2024 12:54:00 Güncelleme: 12-12-2024 12:54:00


Erdem Yücel
İstanbul’un sosyal yaşamı
1950’li yıllardan önce bu şehirde yaşayanlar daha çok evlerinde eğlenceler düzenlerdi. Özellikle köşklerde yaşayanlarda ud, keman, akordeon, gibi müzik aletleri bulunur, içlerinde sesi güzel olanlar şarkılar söyler fasıl geçerlerdi. Onların olmadığı yerlerde borulu borusuz gramafonlarda  “Sahibinin Sesi” taş plaklarından müzik dinlenirdi. Hali vakti yerinde olanlar da Taksim’de Kristal, Maksim, Küçük Çiftlik Parkı, Çifte Saraylar, Caddebostan Gazinosu gibi müzik yapan mekânlara giderlerdi.
Eski İstanbul yaşantısında sinema ve tiyatroların da önemli yeri vardı. Beyoğlu’ndaki Lale, Yıldız, İpek, Saray, Melek, Yeni Melek, Ar, Alkazar, Atlas, Taksim; Şan, Harbiye’de Konak, Üsküdar’da Sunar, Bizim, Hale, Kadıköy’de Opera, Beyazıt’ta Marmara, Şehzadebaşı’nda Turan, Bizim sinemalarından hiç bir iz kalmamıştır. Ayrıca yaz aylarında şehrin çeşitli yerlerinde de yazlık sinemalar vardı. 
İstanbul Şehir Tiyatrolarının dram ve komedi bölümleri, Dormen, Yıldız Kenter, Gazanfer Özcan, Çevre, Nejat Uygur, Küçük Sahne tiyatroları da tiyatro sevenlerin gittikleri yerlerdi. Sonraki yıllarda bu tiyatroların bazılarının isimleri değişmiş, bir süre sonra da pasajlara dönüşmüş ve ortadan kalkmışlardır. Çadır tiyatrolarının, cambazların, Gülhane Parkında İsmail Dümbüllü’nün orta oyunlarının ve bayram yerlerinin de şehrin folklorunda önemli payı vardı.
İstanbul yarım yüzyıl içerisinde çok değişti, o güzel ortamlar yok oldu, o insanlar gitti, yerleri dolmadı… 
İstanbul’un düğünleri
İstanbul’da pek çok şey gibi sosyal yaşantının yanı sıra düğünler de değişti, Anadolu’nun gelenekleri ağırlık kazandı. Eski İstanbul düğünlerinde evlenecek çiftlerin ailelerinin birbirlerine denk olmasına özen gösterilir, çoğunlukla İstanbullular İstanbullularla evlenirdi. Düğün törenleri için bazen salon bazen Boğaziçi vapurlarından biri kiralanırdı. Bahçeleri olan köşklerde açık havada düğünler yapılırdı. Düğün için tutulan mekânlarda meşrubat bir iki kuru pasta ile geçiştirilmez; çoğunla yemekli olurdu. O günlerde tarla satıp kocabaş bir hayvanı kesmek, kasalarla içki almak kimsenin aklından geçirmezdi. Meşaleler eşlinde kartondan pasta (!) getiren garsonlar da olmazdı. Birbirlerine benzer, günün modasına uygun giysiler içerisinde davetliler bir araya gelerek sohbet etme olanağını düğünlerde bulurlardı. Salonun bir kenarındaki orkestra hafif batı müziğinden parçalar çalar, gürültü kirliliği yapılmamasına özen gösterilirdi. Davul zurnanın adı bile geçmezdi.
Gelin ile damat komparsita çalarken salona girer, ilk dansı yaptıktan sonra masaları dolaşarak davetlilerle kısa da olsa sohbet ederdi. Bu arada orkestra tango, fokstrot, valsa, samba ve rumba çalar, davetliler dans ederlerken çeşitli figürler göstererek düğüne renk katarlardı. O günlerin en revaçta olan tangoları Celal İnce ve Necdet Korutürk orkestrasından Secaettin Tanyeli’nin söyledikleriydi.
Düğünde takı merasimi yapılması ayıp sayılırdı. Düğün öncesi ve sonrasında çiftlerin evlerine gidilerek hediyeleri verilirdi. Yakın ilişkileri olan aileler evleneceklerin neye ihtiyaçları olduklarını sorarak ona göre hediye alırlardı. Kısacası kimse kimsenin ne hediye aldığını ve ne taktığını bilmezdi. Bu durum eski İstanbulluların üzerinde durdukları, bugünlerde kaybolan geleneklerinin başında gelirdi.
Günümüzün bazı düğünlerinde görüldüğü gibi gelin evinden davul zurnayla çıkmaz, klakson çalan konvoylar düzenlenmez, takı yarışı yapılmazdı. Gelin ve damada para yapıştırmak, salonun bir köşesine hediyelerin veya takıların konulacağı sandık yerleştirmek ayıp sayılırdı.
Eski İstanbullulara ne oldu?
Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde koruma altına alınmış, sayıları azalmış Kelaynak kuşları vardır, bilimsel ismiyle “Geronticus eremita” olan kelaynaklar son derece ender, dünyanın en eski kuş türüdür.  Başlarında tüy olmayışından ötürü bu isim onlara yakıştırılmıştır. 
Kelaynak kuşlarını kökenleri birkaç göbek öncesine dayanan İstanbullulara benzetirim. Gerçek İstanbulluların da sayıları her geçen gün azalmış, neredeyse yok olmak üzeredir. Bunun da çeşitli nedenleri vardır; ekonomik koşullar, göç akınları, sosyal yaşamın değişmesi ve farklı yörelerin insanlarının evlenmesi gibi…
İstanbul’da bir zamanlar Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler aralarında sorun çıkmadan yaşarlardı. 6–7 Eylül olayları ve ardından 1970’li yıllarda çıkarılan bir takım düzenlemeler sonucu İstanbul’un gayrimüslimleri şehri terk ettiler. 
Eski İstanbulluların farklı özellikleri olduğu çeşitli edebiyat eserlerinden öğrenilmektedir. Bu yönde söylenmiş bazı deyimler vardır; örneğin “İstanbul nezaketi”, “İstanbul efendiliği, “Başka İstanbul yok” gibi sözler…
Eski İstanbul nezaketi ve efendiliğini en güzel şekliyle anlatan tarihte yaşanmış bir olay vardır: Sultan II. Mahmut devrinin devlet adamlarından Halet Efendi mağrurluğu, kendini beğenmişliği ile tanınmıştı. Ne garip çelişkidir ki; bu kadar azametli olan adam bir kişiye karşı tamamen değişerek bambaşka oluyormuş. Halet Efendi’yi bu kadar değiştiren unvanı, rütbesi olmayan Moralı Osman Efendi’ymiş.
Osman Efendi dini günlerde Halet Efendi’yi ziyarete geldiğinde kimseyi karşılamaya tenezzül etmeyen Halet Efendi onu görünce yerinden kalkarak karşılar ve hürmetle yanına oturturmuş. Bu durum herkesin merakını uyandırıyormuş.  Sonunda Halet Efendi’ye bunun nedenini sormuşlar;
-Devletlu, bir fakir adama karşı bu kadar hürmet etmenizin herhalde bir sebebi vardır. Biz düşündük, taşındık bir türlü bulup çıkaramadık.
Halet Efendi onarın merakını şöyle gidermiş:
-Sebebi aslında çok basit… Ben bu adamı hiç sevmem. Eskiden yüksek bir memuriyeti serveti vardı. Ben bunları yavaş yavaş elinden aldım. Ama o hiç sesini çıkarmadı. En sonunda haksız olarak azlettim. Beni şikâyet bile etmedi. İstesem canını bile alırım. Fakat üzerinde öyle bir İstanbul efendiliği var ki, onu almak mümkün değil.
Eski İstanbul’da yaşamış insanlar sesli bağırıp çağırmayı ayıp sayar, yalnızca karşısındakinin duyabileceği alçak bir sesle konuşurlardı. Bunun Osmanlı saray geleneklerinden geldiği söylenirdi. Umuma açık nakil vasıtalarında günümüzde olduğu gibi yüksek sesle konuşan, bacaklarını açarak oturan, etrafını rahatsız ettiğinin bilincinde bile olmayan insanlar (eski tabirle dışarılıklılar) yoktu. Nakil vasıtalarında yaşlı ve hanımlara yer vermek adettendi. Bugün olduğu gibi kimseye yer vermemek için uyurmuş gibi görünen öğrenciler, küçük çocuğunu yanında oturtan, paketlerini yanındaki koltuğa koyan da yoktu. Birbirleriye selamlaşırken ve konuşurken Arapça sözcüklerle değil “Mirim efendim zatıâliniz nasıllar”, “sabah şerifleriniz hayrolsun”, “gününüz hayırlı olsun” ve “günaydın”, “İyi akşamlar” derlerdi.
Günümüzde artık o insanlara rastlamak mucizeden de öte… Bu insanlardan kalanlar ise her yönüyle yozlaşan bu şehirden kaçıp gittiler ve yerlerini çakma İstanbullulara (!) bıraktılar.  Bazıları gerçek İstanbullu ne demek; bizim ailemiz falanca yerden göç etmiş, biz burada doğmuşuz, o zaman İstanbulluyuz diyorlar. Yeri gelmişken onlara söylemek isterim: Gerçek İstanbullu olmanın bir adabı ve kuralları vardı. Bunların başında İstanbul’un kendine özgü bir dili, lehçesi vardı ve bu da artık yok oldu.  Sonradan olma İstanbullular (!)  Kendi şivelerinden uzaklaşıp bu şehrin diline uymak zorundaydılar; ama olmadı.
İstanbullu olabilmek, bu şehirde yaşayabilmek için, onun tarihine, kültürüne, geleneklerine saygı duyarak uyum sağlamak zorunluluktu.  O da olmadı.
Eski İstanbul’un nezaketinin ne olduğu edebiyatta, anılarda yer almıştır. Geçmişte bu şehir nezaketin mektebi sayılırdı; bu yüzden sonradan gelenlerin kaba bir davranışı görüldüğünde “Başka İstanbul yok burada edep adap öğren” diye azarlanırlardı. Otobüse, nakil vasıtalarına binildiğinden kadınlara öncelik tanınır, herkes hakkına razı olup kuyrukta bekleşir, tramvay veya otobüs geldiğinde itişilip kakışılmazdı. Maçlarda taraflar birbirlerinden ayrı tribünlerde oturmaz, adam gibi oyunu seyreder kavga dövüş çıkmazdı. 
Kısacası eski İstanbul her yönüyle bir başkaydı.

 



Bu yazı 2026 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI