istanbul escort
escort bayan
escort bursa escort bursa
escort konya
1xbet supertotobet
https://guclukadin.org/ https://puma-trainers.net/
https://www.istanbultaksi.org/
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...


Erdem Yücel

facebook-paylas
Dünden Bugüne İstanbul yaşantısı (1)
Tarih: 07-12-2024 14:27:00 Güncelleme: 07-12-2024 14:27:00


Erdem Yücel
Uygarlıkların birbirini izlediği; tarihi, kültür varlıkları, doğası ve sosyal yaşantısıyla dünyanın sayılı şehirlerden olan İstanbul’un kendine özgü bir rengi, bir gizemi ve birçok özelliği vardır. Yüzlerce yıl öncesinde çeşitli toplumlar buraya yerleşerek imparatorluklar kumuşlardır. Bunun sonucu olarak; şehrin hemen her köşesinde tarih ile mistik ortam birbirleriyle kaynaşmıştır. Anıtsal yapıların ağırlıklı olduğu bölgelerin dışında kalan semtlerin de birbirlerinden farklı özellikleri vardır.
Boğaziçi’nde bu tarihi ve doğanın ağırlıklı olduğu şehrin en güzel semtlerinden biri olan Kuzguncuk’ta yaşamış ve sonra zorunluluktan terk etmiş biri olarak bu yazımda geçmişin İstanbul’undan özlemle söz etmek istiyorum.
Zaman zaman düşününüm; bir zamanların sosyal yaşantısıyla, gelenek ve görenekleriyle, kendine özgü nezaketiyle, efendiliğiyle bu sihirli, mistik şehir geri gelir mi diye?
Benim ki yalnızca hayal, daha doğrusu hayalden de öte. Giden gitmiş, bir daha geri gelmesi olanaksız…
İstanbul’un nüfus sorunu
İstanbul’un nüfusu tarih boyunca hemen her dönemde sorun olmuş, bunun için de bazı önlemler alınmıştır. Doğu Roma (Bizans) ve Osmanlı şehir nüfusunun çoğalmasını önlemek ve belirli bir düzeyde tutabilmek için bazı çarelere başvurmuşlardır. Osmanlılar şehrin giriş kapıları olan Büyükçekmece ile Bostancı’daki derbentlerde giriş ve çıkışları kontrol altında tutabilmek için bir takım önlemler almışlardır. Özellikle belirli işi olmayanların şehre girmesi yasaklanmış, yalnızca içeride yakınları olanların belirli günlerde kalmaları izne bağlanmıştır. Bu önlemlerin günümüzde ülkeler arasındaki vize uygulamasının başlangıcı olduğunu düşünebiliriz.
XX. Yüzyılın ilk yarısını izleyen süreçte şehir göç almaya başlamış ve nüfusu artmaya başlamıştır. Y.Mimar Sedat Çetintaş 1970’li yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’nde “İstanbul şişiyor, dikkat” başlıklı iki makale yazarak uyarılarda bulunmuşsa da; ne yazık ki geleceği gören olmamıştır. Oysa o günlerde İstanbul’un nüfusu yedi yüz binden biraz fazlaydı.
İstanbul edebiyatımızda, musikimizde ve güzel sanatların her dalında yerini almış, onlarca kitap yazılmış, belgesellere, filmlere konu olmuştur.
I.Dünya Savaşı sonunda İstanbul emperyalist güçlerin istilasına uğrayınca şehir için kara günler başlamıştır. İşgal altındaki İstanbul’un o günlerini Kemal Tahir “Esir Şehrin İnsanları” romanında en güzel şekliyle dile getirmiştir.
II. Dünya Savaş sırasında Türkiye’nin her an savaşa girme olasılığından ötürü şehir halkının bir bölümü Anadolu’ya gitmiş ancak sonrasında büyük bir göç akınıyla karşı karşıya kalmıştır. “İstanbul’un taşı toprağı altındır” sözünün yaygınlaşması üzerine sırtına yatağını, eline tahta bavulunu alarak gelen işsiz güçsüz takımının yanı sıra Anadolu’nun zenginleri daha fazla kazanmak için bu göçü hızlandırmıştır. Nitekim bu göç furyası Yeşilçam filmlerine konu olmuş ve en ince ayrıntısına kadar gözler önüne serilmiştir.
İstanbul’un yerlileri Anadolu’dan gelenlere dışarlıklı ismini takmışlardır. Göçle birlikte şehrin yeni sakinleri İstanbulluların bilmediği çiğ köfte, lahmacun, içli köfte, hamsi pilavı gibi yerel yiyecekleri beraberinde getirmişler ve İstanbulluların ağız tadı da değişmeye başlamıştır. Böylece İstanbulluların azınlıkta kalmalarının ilk adımları atılmış, günümüzde onlara Suriyeliler, Afganlar, Afrikalılar başta olmak üzere çeşitli ülkelerden gelenler eklenmiştir. Kısa sürede şehrin nüfusu Avrupa’nın pek çok ülkesinin nüfusunu aşmış, surların dışında yeni mahalleler, iş yerleri kurulmuş, etnik yapı da bütünüyle değişmiştir. Nüfusun plansız artması konut sorununu beraberinde getirmiş; ortaya çıkan müteahhitler şehrin yerli halkının evlerini, köşklerini, bahçelerini kat karşılığı satın alarak yerlerinde salon-salomanjeli, betebeli apartmanların oluşturduğu anlamsız bir mimariyi ortaya koymuşlardır. Bunun sonucu olarak Türk sivil mimarisinin örneklerini yansıtan Kadıköy, Moda, Göztepe, Erenköy, Suadiye Bakırköy, Yeşilköy başta olmak üzere şehrin birçok semtindeki korunması gereken yapılar birbiri ardı sıra yıkılmıştır. İstanbullular ne yazık ki, ellerindeki mülkleri satarken şehrin özelliklerini de sattıklarının farkına varamamışlardır.
Yine o dönemde antikacı dükkânlarında yıkılan köşklerden çıkan eşyalar ve çeşitli tarihi objelerle dolup taşmıştır. Bunları satın alanların bazıları da onlarla övünerek kendilerine hayali bir geçmiş yaratmaya çalışmışlardır.
İstanbul’a göç akınının hız kazanmasıyla birlikte sayıları gittikçe azalan İstanbullular bu şehir artık bizim olmaktan çıktı diyerek yakınmaya başlamışlarsa da olan olmuş; iş işten geçmiş; İstanbul her yönüyle yeni bir görünüme bürünmüştür. Eski İstanbul insanlarıyla, tarihi köşkleri, yalıları, ahşap evleri, gazinoları, plajları, mesireleri ve mahalleleriyle tarihe karışmaya başlamıştır.
İstanbul’un imar çalışmaları
İstanbul’un imarına Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile dönemin İstanbul Valisi Lütfü Kırdar zamanında başlanmış ve bunun için de dünyaca ünlü şehirci mimar Henry Prost davet edilmiştir. H.Prost tarihi anıtların etrafındaki parazit yapıları ortadan kaldırmış, mevcut yolları şehrin coğrafi durumuna göre düzenlemiş, yasalara uygun olmayanları yıktırmış ve gereken yerlerdeki yolları genişletmiş, yeni caddeler açmıştır. Onun projesine uygun olarak Yeni Cami ve çevresiyle Eminönü Meydanı düzenlenmiş, Mısır Çarşısı onarılmış, vilayete giden Ankara Caddesi, Atatürk Bulvarı, Refik Saydam Caddesi (Eski Tozkoparan)  açılırken Taksim Cumhuriyet Meydanı, Üsküdar İskele Meydanı, Beyazıt Meydanı yeniden düzenlenmiştir. Onların yanı sıra mevcut koru ve parkların düzenlenmesine ve yeni yeşil alanların yapımına özen gösterilmiştir. 
Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu 1960 öncesinde “imar çalışmaları yapıyor, caddeler açıyoruz” derken tarihi eserlerle sivil mimari örneklerinin bazıları ortadan kalkmış, bazıları da zarar görmüştür. Karaköy’den Ortaköy’e uzanan caddenin açılması sırasında bilgisizlik veya umursamazlıktan XVI. Yüzyıldan arta kalmış eserler Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun kararlarına rağmen yıkılmışlardır. Benzeri bir başka yıkım şehrin mistik semtlerinden Aksaray’da yaşanmıştır. Bir zamanlar Beyazıt’tan Aksaray’a inen kırmızı veya yeşil renkli tramvaylar Aksaray’da ikiye ayrılır biri Topkapı’ya diğeri Yedikule’ye ahşap evlerin ve konakların arasından kıvrıla kıvrıla giderlerdi. Beyazıt’ta Aksaray’a inen yolun genişletilmesi sırasında yüzyıllık çınarlar kesilmiş, ardından Beyazıt Külliyesinin hamamının karşısındaki Fatih Sultan Mehmet devrinden kalan Simkeşhane (Sırmakeş Hanı) ile Süpürgeciler hanlarının yarısı kesilmiştir.
Aksaray ile çevresinin görünümü değişirken; Çakır Ağa, Camcılar, Oruç Gazi (İsmail Ağa), Baba Hasan Âlemi, Sirmend Çavuş camileri yıkılmıştır. Vatan Caddesinin açılışında ise Murat Paşa Külliyesinin çifte hamamı, Tevekkül Hamamı, Denizabdal Camisi, Kazasker Camisi, Molla Gürani Camisi, Selçuk Sultan Camisi, Attar Halil Ağa Mescidi, Macuncu Tekkesi, Fındıkzade Tekkesi, Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi, Ali Paşa Çeşmesi yıkılarak ortadan kalkmıştır.
İstanbul’un geçmişinden örnekler
İstanbulluların gün geçtikçe azınlıkta kalmaları bir yana şehrin silueti tarihi mistik görünümünden bütünüyle uzaklaşmış, Gökdelenler, alışveriş merkezleri (AVM), beton bloklar ve sitelerle bambaşka bir şekle dönüşmüştür. Kısacası betona bağlanan ekonomi modeli ve çıkar ilişkileri doğayı, silueti, çevreyi önemsememiştir.
Bu şehircilik keşmekeşine sevinmeli mi, yoksa üzülmeli mi? Gerçekten karar verebilmek çok güç…
Şehrin ünlü plajlarından Küçüksu, Tarabya, Salacık, Caddebostan, Moda, Süreyya Paşa, Florya, Ataköy, Menekşe yok olurken arkalarında yalnızca isimlerini bıraktılar.
Biraz daha geçmişe dönelim; Taksim Eftalafos’ta nargile üflememiş, Abanoz Sokağı’nı tanımamış, Çiçek Pasajı’nda votkalı bira veya rakı içerken Madam Anahit’in akordeonunu dinlememiş, Beyoğlu figüran kahvelerindeki sohbetlere katılmamış, İnci Pastanesi’nde profiterol, Sarıyer’de balık veya börek yememiş, Adalarda faytona binmemiş, Yenikapı Gar Gazinosunun önünden geçmemiş, Beyoğlu’nda Atlantik’te Arjantin denilen votkalı bira ile sosisli sandviç yememiş olanlara İstanbullu denilir mi?
Beyoğlu’nun her biri sanat eseri olan mağazalarının vitrinlerindeki estetiği sezememiş, Roberto Lorano’yu, Selçuk Alagöz ile Rana Alagöz’ü, Gaskonyalı Toma’yı, Münür Nurettin Selçuk’u, Müzeyyen Senar’ı, Perihan Altındağı,  Ses Tiyatrosunda Henni ile Vasilaki’yi dinlememiş, Taksim Belediye Gazinosunu, Taksim İşkembecisini, gerçek çirozu, topiği, lakerdayı bilmeyen, Taksim’de Kristal’in önünde sevgilisini beklemeyenler, Çamlıca hakkında bilgisi olmayanlar, Heybeli Ada’da mehtap seyretmeyenlerin, Caddebostan Gazinosunda Metin Ersoy’u dinlemeyenlerin İstanbul’u tanıdıkları söylenebilir mi?
Futbola meraklı bir toplumuz. 1948 yılında yapılan, siyasetçilerin kaprislerinden sürekli ismi değiştirilen Dolmabahçe’deki İnönü Stadında maçlar yapılırdı. Sezon başında çim olan saha birkaç ay sonra toprağa, kış aylarında da balçığa dönüşürdü. Futbolcular bundan yakınmaz, forma aşkıyla oynarlardı. Aynı zamanda Çığan Sarayının bahçesi Şeref Stadına dönüştürülmüştü. Fenerbahçe Stadı ise tahta kapalı, açık beton kademeler halinde tribünlüydü. Toprak zeminli Vefa stadında da maçlar oynanırdı, Günümüzde futbol tarihinin simgesi Şeref Stadı Çırağan Otelinin bir bölümünü oluştururken, Vefa Stadı Bizans dönemi açık hava sarnıcı içerisinde olmasından ötürü ranttan kurtulabildi.
Geçmişin bu statlarında kimler oynamadı ki… Lefter’i, Metin Oktay,’ı, Baba Recep’i, Baba Hakkı’yı, Cihat Arman’ı, Turgay Şeren’i, Suat Mamat’ı, İsfendiyar’ı, Büyük Küçük Fikretleri, Vefalı Galip’i, Bülent- Reha kardeşleri, Burhan’ı Basri’yi Naci Erdem’i, Çaçi’yi, Çengel Hüseyin’i, Garbis Tenekeci’yi, Sofyanidis’i, Kasapoğlu’nu  Beyoğluspor-Taksim maçlarını seyretmemiş olanlar ve babalarından bile onlarla ilgili bir söz duymayanlar İstanbul’un futbol tarihini ne kadar bilebilirler?
(Devamı var)

 



Bu yazı 1963 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI