Ve mevsimler gibi aylar, günler de; insanlar bir o yana bir bu yana savrulurken gelip geçiyor.
Sabah evden çıkıyorsun elinde deniz çantan binbir keyifle Ak Denizin, Ege'nin mavi suları ile buluşmaya giderken, yol kenarlarında, bir ağaç kuytusunda, oturma banklarında uyuyan, elinde önünde bira şişeleri/kutuları, ne idiğü belirsiz alkol şişeleri olan kadınlı erkekli onlarca o şehire yeni gelmiş insan.
Artık şehirlere girişlerde güvenlik güçleri kontrolleri var ama nereden geldiği, nasıl geldiği belirsiz onlarca kara tenli, zenci yanlarında sırt çantalı genç, ya yollarda volta atıyor ya da kumların üstüne serpilmiş, bir şemsiyenin altında sabahlıyor.
Yörenin zabıtalarına acıyorum, her sabah onlarca kişiyi toplayıp bir yerlere postalıyor. Ufak tefek itirazlar, vukuatlar olsa da yinede hava ısınınca hepsi birden yok oluveriyor.
Daha sonra otellerin çamaşırhanelerinde, temizlik şirketlerinin depolarında görüyorsunuz o kara tenli, zencileri.
Evleri olan dostların evlerinde en küçük arızalarda artık usta bulmak zor, bulsanız bile ödeyeceğiniz rakamlar astronomik.
Yetmedi "usta" bir başka iş alıp, nasıl olsa sizi bağladığını düşünüp işler yarım kalırsa gün görmüşler "Allah başka dert vermesin!.." diyorlar.
Pazarlarda üretici perişan, tüketici sergiden sergiye koşuyor "ucuz" nerede diye.
Cepten çıkan "Pembe" paralar tek tezgahta bitip, tükeniyor.
Televizyonlarda vergi verenler, vermeyenler, asgari ücret (en az ücret), temel maaş, yoksulluk sınırı, açlık sınırı tartışmaları.
Üniversiteye giriş başvurularının son haftası.
Herkes ha bire tutturmuş bir "Yapay Zeka"!..
Eeee cahili, hatta zır cahili sevenleri Üniversiteye "rektör" gibi yönetici, sermayenin adamlarını yönetici ve seçilmiş temsilci yapanlara alkış tutup, oy verip, iktidar yapan bir halka diyecek ne olur ki!..
Geçenlerde bir telefon geldi, bilmem nerede bir çevre katliamı yapılıyormuş, protesto için gel diyorlar. Gitmedim. Gitmedim, bu güne kadar bir iki yöre dışında yöre halkının ve gönüllülerin sonuç alındığını görmedim.
Ki ben 78 gençliği olarak büyüdüm. Bugün yerinde yeller esen Antalya Kapalı Ceza Evi'ni de bilirim, Hacettepe Beytepe'de Jandarma dipçiği ile kaş yarığını da, 77 bir Mayısında Taksim Meydanını, Kazancı yokuşunu. O dönemlerin demokrat gençleri Antalya'da ANT-GÖR'de toplanırlardı dönerciler çarşısına bakan balkonunda. O gençleri taksimde toplayıp, Harem otogarından gönderirken vapurda panzerlerden sıkılan sulardan ıslanmış, kaşı bantlı tek kişi olarak hırpanlanmanın ne olduğunu da çok iyi bilirim.
O günler bunları ve bizleri "tu kaka yapanlar", bugün ya kendileri ya da çoluğu çocuğu iş bulup geçinme derdinde.
Ben iktidar olanları, iktidarı ele geçirenleri hiç suçlamam.
Sebebine gelince, kardeşim adamın bir derdi var iktidar olmak ve sürecini yönetmek. Seni de sazan yerine koyup mahalli ya da yerel iktidarı ele geçirmiş, düzenini kurmuş mu? Evet.
Ben onları alkışlıyorum. Çünkü, biz sizin için canımızı bile feda ederken, siz onları baş tacı ettiniz. Onları siz seçtiniz. Hala da oralarda iktidarda tutuyorsunuz.
Türkiye Cumhuriyeti Planlamacı bir devletti. Önce planlamayı ortadan kaldırdılar, çünkü hesap kitap görünmesin.
Sonra bütçelemeyi ardından da DENETLEMEYİ YOK ETTİLER. Çünkü hiç bir şey görünmesin, ne dersek o olsun diye.
Referandumlar ile Anayasayı, yasaları değiştirip, "TAK ADAM" rejimini siz seçip getirmediniz mi?
Ha ilk olarak 31 Mart yerel seçimlerinde geçim derdi olup, canına "tak edenler" seçimlerde bir mesaj verdi.
Sonuç, "şıracının şahidi bozacı" ise onun da bir anlamı olmayacaktır.
20 küsur yıldır iktidarın değerimenine su taşıyanları, yerel yönetimlere yönetici olarak getirenlere muhaliflar de alkış tutmuyor mu? Ne desek boş
Bu ülkenin yokunun, yoksulunun gözüne bir görünecek var.
O yüzden ben de lafımı İnönü'nün meşhur lafı ile bitireyim.
Bir şeyler düzelir mi, bu ortalıkta olanlar ile mi düzelecek diye bekliyorsunuz.
"Hadi Canım sende!...
(not: beş, on yıl sonra aynı yazıyı umarım yayınlamam)