Ramazan aylarının, edebiyatta da önemli yeri vardı. Devrin şairleri ramazandan ötürü ramazaniye isimli kasideler yazarak başta padişahlar olmak üzere devrin önde gelenlerine bunları sunar ve bahşiş alırlardı. Geçmişte en çok ramazaniyeyi Enderunlu Fazıl’ın yazdığı söylenmektedir. Ayrıca Sabit’in Sadrazam Bostancı Mehmet Paşa’ya sunduğu ramazaniye o güne kadar yazılanların en güzeli olarak ün yapmıştı. Sümbülzade Vehbi’nin , Enderunlu Vasıf’ın yazdığı ramazaniyeler de o günlerin toplumsal yaşamından kesitler sunmuştur.
Eski İstanbul yaşantısının tarihe gömülmüş özelliklerinden birisi de mahalle mahalle dolaşarak maniler söyleyen davulcular ile maniciler idi. Cumhuriyetin öncesinde mahalle bekçileri camilerin, mescitlerin yanındaki evlerde, odalarda yaşarlardı. İri yapılı, gür sakallı, ağbani sarıklı, meşin kürklü, yün kuşaklı, poturlu bu bekçiler ellerindeki kalın sopalarla kaldırım taşlarına vurarak geceleri gezer, mahallelerin emniyetini sağlarlardı. Osmanlı yaşantısındaki bekçilik görevi babadan oğula geçerdi. Mahalle bekçileri ramazan aylarında davul çalarak sahur vaktini Müslümanlara duyururlardı. Bu arada yanlarındaki maniciler de ellerindeki fenerleri sallaya sallaya maniler söylerdi. Bu manilerin İstanbul folklarında kendine özgü bir yeri vardı.
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim sevgili efendim (ismini biliyorsa ismini söyler)
Ramazanı Şerifin mübarek ola
İze geldim ize geldim
İnci mercan dize geldim
A benim şevketli beyim
Arzuladım size geldim
Yeni cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister
Ramazan gecelerinde mani söylemek isteyen meraklılar da çıkardı. Bunların çoğu mahallenin güzel sesli delikanlılarıydı. Bu manilerin bir özelliği de her gece için ayrı bir maninin söylenmesiydi.
Eski ramazanlarda bir de helaseciler vardı. Anadolu’da özellikle deniz kıyısı şehirlerinde helaseye kayıkçılar olur, tahtadan yapılmış kayık modellerini sırtlarında taşırlardı. Bunlar boyunlarına astıkları küçük bir davulu çalar, yanlarındaki maniciler helase, helese, heya mola yausa diye her evin önünde bağırır ve para toplarlardı.
Bir gemim var direkli
Tayfası aslan yürekli
Eski İstanbul ramazanlarının renkli gelenekleri arasında Beyazıt ve Fatih Camilerini avlularında kurulan sergiler de vardı. Bu sergilerde Hindistan, Yemen gibi ülkelerden getirilen çeşitli malların yanı sıra tütün, gülağacından, abanozdan Erzurum taşından, kehribardan, tesbih, ağızlıklar, şekerleme, baharat, öd ağacı gibi ürünlerde satılırdı.
Eski İstanbul ramazanları birbirinden güzel buluşlar ve geleneklerle bezenmişti. Bunlardan birisi de minarelerde kandil yakılması ve mahya kurulmasıdır. İlk defa Sultan II. Selim zamanında (1566-1574) Regaib ve Mevlit geceleri kandil yakılmıştır. Sultan I. Ahmet (1613-1617) zamanında da bütün bir ramazan boyunca minarelerde kandil yakılması gelenekselleşmiştir. Fatih camisinin müezzinlerinden Hattat Nafız Ahmet Efendi, son derece sanatkarane işlediği bir çevreyi Sultan I. Ahmete hediye etmiştir. Bu çevrede iki minare arasında bir yazının yazılı oluşu padişahın çok hoşuna gitmiş ve bunun camilerde de yapılmasını istemiştir. Böylece Osmanlı tarihindeki ilk mahya Sultanahmet Camisinin minarelerinde kurulmuştur. XVII. yüzyıldan sonra belirli dini günlerde, özellikle ramazan aylarında camilerde mahyalar kurulmuştur. Mahya kurabilmek son derece güç ve beceri isteyen bir iştir. Minareler arasına gerilen iplere en küçük bir eksiği olmadan kandillerle yazı yazmak öyle kolay bir iş değildir. Mahyacılar önceden kuracakları mahyayı kağıt üzerine çizer sonra da onu minarelere uygularlardı. İplerin üzerindeki düğümlerde yapılacak en küçük hata mahyayı bozardı. Mahyalarda devrim ünlü hattatlarının yazıları yazılır çirk ,kayık, gemi, ay yıldız, ok ve yay gibi resimlerde onları tamamlardı. Günümüz ramazanlarında camilerde çeşit çeşit mahyalar kuruluyor; hem de en modern usullerle, rüzgarın söndüremediği ampullerle...ama gelin görün ki bugün artık ne o eski mahyalar ne de mahyacılar var. Hepsi tarihin derinliklerinde kaybolmuş güzel bir anıdan başka bir şey değiller.
Eski İstanbullular ramazanın 27. günü olan Kadir Gecesi’nde teravih namazını Ayasofya’da kıldıklarında, dilek ve dualarının Allah tarafından kabul edileceği inancını taşırlardı. Bunun için de o gün büyük bir kalabalık Ayasofya’ya gelirdi. Aysofya’nın içerisinde yer bulabilenler iftar topunun atılmasıyla birlikte yanlarında getirdikleri çekirdeksiz hurma ve üzüm taneleriyle oruçlarını açar, ardından akşam namazını kılarlardı. İstanbul’a dışarıdan gelenler sabah namazını Ayasofya’da kılmak istediklerinden o geceyi Sultanahmet çevresinde geçirirlerdi. Bu nedenle de Ayasofya’nın çevresinde seyyar aşçı, köfteci, tatlıcı dükkanları ve kahvehaneler kurulurdu. Ramazanın son cuma namazı mutlak suretle Süleymaniye Camisinde kılınır bu arada Eyüp Türbesi de ziyaret edilirdi.
Eski İstanbul yaşantısında, bir daha gelmemecesine geçip giden anılardan bir örnek...Eskilerin deyimiyle hayali cihan değerde...
gaziantep escort,alanya escort,gaziantep escort
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort
beylikdüzü escort ,istanbul escort ,beylikdüzü escort ,ataköy escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,bakırköy escort ,esenyurt escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,beylikdüzü escort
flyjota.com Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu