casibom
1xbet supertotobet
hoşgeldin bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2025
jojobet
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler
Holiganbet
Bugun...


Erdem Yücel

facebook-paylas
Buddha (Boudhism-Budizm)
Tarih: 27-04-2025 11:05:00 Güncelleme: 27-04-2025 11:05:00


İ.Ö VI. Yüzyılda Hindistan’da Boudhismi kuran Buddaha’nın (563-483) asıl ismi Siddharta Gautama’dır. Onun ismiyle tanınan Boudhism Asya’da Budistlerin yaşadığı memleketlerde Buddha şakirtliği veya Buddha disiplini ismini almıştır.
Büyük bir dini felsefi görüş olan Boudhism, Hindistan’da asiller dinine dönüştürülen Brahmanların şekilciliğine, daha doğrusu kast sistemine tepki olarak ortaya çıkmıştır. O dönemde süre gelen dini tartışmaların bir yana bırakılarak aşırı duyguların önlenmesi, ahlakın temizlenmesi, insanların eşit görülmesi kadar bütün canlılara sevgi ve şefkat göstermesi öne çıkarılmıştır. Yeni bir felsefi hareket olarak düşünülen bu din anlayışı Gandhara (Peshaver) ve Belh üzerinden Orta Asya’nın içlerine kadar yayılmıştır. İ.Ö IV. Yüzyılda Göktürklerin ataları olarak nitelenen Tsü-k’ler Budizmi kabul etmişlerdir. Buddha dinine bağlı hükümdarlar tarafından yönetilen Tsü-k’üler Çinlilerin saldırılarına dayanamayıp dağılarak Altay yöresine kaçtıktan sonra Göktürk İmparatorluğu kurulmuş ve Göktürk hükümdarları Buddha dinine karşı olumlu yaklaşmışlardır.
Hindistan başta olmak üzere günümüzde Budizm Çin, Mançurya, Moğolistan, Seylan, Tayland, Burma, Kamboçya, Laos, Doğu Bengal, Vietnam, Bhutan, Birmanya, Singapur, Malezya, Tayvan, Kore ve Japonya başta olmak üzere Asya ülkelerine yayılmış, Avrupa’nın bazı ülkelerinde de taraftar bulmuştur.
Buddha Sanskrit diline göre aydınlanmış kişi anlamında sözcük olmasının yanı sıra, aynı zamanda özel kişileri tanımlamayan bir unvandır. Buddha’dan sonraki yıllarda birçok Buddha’nın ortaya çıkacağına inanılmıştır. Bununla beraber dinler tarihi ve din felsefesinde tanınan tek Buddha, Siddharta Gautama’dır. Onunla ilgili bilgiler tam netlik kazanamamakla beraber Pali dilindeki Tipitaka (Üçlü yasa veya üç sepet) ile Buddha’nın sözlerinden yola çıkarak, karanlıkta kalmış bazı noktaları aydınlatılmıştır. Gerçek ismi Siddhartha Goutama olan Buddha’nın yaşamıyla ilgili en eski kaynak olan Tipitaka’dan öğrenildiğine göre; bugünkü Nepal ile Hindistan arasında hüküm süren Sakya kabile reisi veya kralı Şuddhodane ile Kraliçe Mahamaya’nın oğlu olup 563 yılında dünya gelmiştir. Kahatrıya ismiyle tanınan, askeri ve yönetici özelliği olan bir aileden Gautama’nın doğumundan kısa bir süre sonra annesi ölmüş, aynı zamanda babasının ikinci karısı olan teyzesi Mahapracapati tarafından büyütülmüştür. Gautama on altı yaşına geldiğinde kuzeni prenses Yasodhara ile evlenmiştir.
Acılar içerisinde ruhsal sükûnetini yitirmeyen, yaşlılığa, hastalığa ve ölüme direnen bir keşişten etkilendiğinde yirmi dokuz yaşında bulunuyordu. O keşişten gerçek yaşamın yaşadığı saray ortamından çok daha farklı olduğunu anlamıştır. Bunun üzerine Şramana (Çileci) denilen keşişlerin arasına katılarak, sarayı, karısını ve doğduğu gece oğlunu terk ederek ibadet ve öğretimin ağırlık kazandığı güneydeki Magadha devletinin merkezi Racagaha’ya gitmiştir.  Orada kendisine doğrunun yollarını gösterecek din adamlarını aramaya başlamış, Alara Kalama ve Uddeka Ramaputta’dan ders almıs, ancak umduğunu bir türlü bulamamıştır. Bunun üzerine altı gün boyunca bir cins incir ağacı olan bodhininin altında düşünceye dalmıştır. Başlangıçta insanoğlunun varoluşuna, ardından varlıkların ölüm nedenlerine, yeni doğumların nedenlerini düşünerek tefekküre dalmıştır. Hastalıkları, ahlaksızlıkları yok etmeyi düşünürken bu kez dört soylu doğrunun esaslarını ortaya koymuş ve karanlıktan aydınlığa geçişin temellerini ortaya koymuştur.
Kuşkusuz, çağımızın aydınlanma felsefesinin başlangıcı da böylece ortaya çıkmıştır. Bilgisizliklerin, noksanlıkların ve yanılgıların yerini, bilgi ve erdemin alması bu felsefi görüşün ana temellerini oluşturmuştur. XIX. Yüzyılda bilimsel ve sosyolojik olgu olarak ortaya atılan onun bu görüşüyle doğanın, bilincin ve toplumun şekillenmesi yönünden üzerinde durulmalıdır.
Doğa bilinç ve toplum diyalektikle işliyor mu?
Bunu kavrayabilmenin yolunun diyalektik olacağı üzerinde ondan sonraki düşünürler bazı gerçekleri ortaya atmışlardır. Bu görüşleri Herakleiton başta olmak üzere Antik Çağın düşünürleri sezmiş, evrende her şeyin sonsuz bir hareket içinde bulunduğu bilincine varmışlardır. Ne var ki, bu anlayışı bir bilgilendirme yöntemine dönüştürebilmek için daha pek çok yüzyıllara gereksinim vardı. 
Çeşitli düşünceler altında bocalayan Gautama ağır bir zühdün hayatı yaşamaya başlamıştır. Ancak önceki aşırı zevkin yanı sıra aşırı zühdün de insanı gerçeğe ulaştıramadığı inancına kapılmıştır. Bu sırada bir dolunay gecesi Ganj nehrinin kollarından Naranjara’da bodhininin altında düşünceye daldığı sırada aydınlanmaya erişmiştir. Burası, sonraki yıllarda kutsal bir ziyaretgâh olmuştur. Kendisine Buda denilen Gautama gerçeğe ulaştıktan sonra ilk vaazını Benâres şehri yakınlarındaki Geyik Parkında beş eski arkadaşına vermiştir. Onun bu ilk vaazı felsefi görüşünün tekerleğini döndürmek olarak nitelenmiş ve bu yüzden tekerlek Budizmin sembolü olmuştur. Gautuma arayışlarını daha da derinleştirmiş ve altı yıl boyunca oruç tutmayı bırakmıştır.  Ancak Onun bu davranışına kızan keşişler kendisini terk etmişlerdir. Bu yüzden Uruvela’da yalnız kalmışsa da Senanigama köy sahibinin kızı Sucata bir gün ona bir tas sütlaç sunmuştur. Bu sütlaç onun aydınlanma öncesinde yediği son yemek olmuştur. O gününü bir korulukta geçirmiş akşam bodhininin  altında bağdaş kurarak oturmuş ve aydınlanmaya ulaşana kadar orada kalmaya karar vermiştir.
Gautnama aydınlanma felsefesinin bilincine vardıktan sonra da incir ağacının altında bağdaş kurarak oturmayı sürdürmüş, sonra da yeni düşüncelerini Beranaşı (Varanaşi) şehri yakınında Isıpatana’da bulduğu beş eski arkadaşına anlatmıştır. Onlara Arabantıyı (Yetkinleşmiş kişi), Sammasam Buddha’yı (Tamamiyle uyanmış kişi), Amatana’yı (Ölümsüz olan) ve Dhamma’yı (Evrensel doğru) öğretmiştir. Sonra da yandaşlarına Dhammaçakkapavattana-sutta (Doğrunun tekerleğini harekete geçirmek) olarak bilinen ilk vaazını vermiştir. Bugün onun verdiği ilk vaazın olduğu yerde bir Stuppa (Kutsal eşyaların saklandığı yapı) bulunmaktadır. 
Bu vaazın özü şöyleydi:
“Evinden ve ailesinden ayrılarak diyar diyar dolaşmaya çıkan kimse (Pabbacita) nefsini kayırmak ya da nefsine eziyet etmek gibi iki uç davranıştan uzak durmalıydı. Tathagata (Doğruyu bulan kişi yani Buddha) bu iki uçta kaçındığı için aydınlığa, bilgiye, dinginliğe, uyanışa, Nirvana’ya ulaştıran orta yolu (Macchime patipada) bulmuş olurdu.” 
İnsanın aydınlanması yönündeki düşünceleriyle Buddha’nın vaazları devam emiş ve toplumun her kesiminden birçok kişi ona inanmaya başlamıştır. Kendisine inananlardan düşünsel gelişim gösterenler Sangha denilen cemaatine keşiş olarak kabul edilmiştir. Buddha onları dünyayı dolaşarak barış, sevgi ve hikmeti yaymakla görevlendirmiştir. Sonra da Magadha Krallığının sınırları içerisinde, özellikle Rajagaha, Sravasti çevrelerinde ve Pencap’a kadar uzanan geniş bir alanda kırk yıl dolaştığından söz edilmiştir. Buddha’nın vermiş olduğu vaazlar kısa zamanda toplumda büyük etki uyandırmıştır.
Buddha’nın çevresinde toplananlar gün geçtikçe artmış, Racagaha’da hastalanmış seksen yaşını geçtiğinde öleceğini anlamış; yeğeni ve aynı zamanda gözde şakirdi Ananda ile birlikte Hindistan’ın kuzeyinde, Prades yöresindeki Kusinara (Kuşinagara) şehrine gitmiştir. Ondan önce de Magatha kralı tüm halkıyla birlikte ona inanmış, Brahmanlar, Sarıputta ve Moggalana da onun yanında yer almışlardı. Müritlerini iyi yetiştirmeden ölmek istememiş, hastalığı artması rağmen irade gücüyle ölüme karşı gelmiştir. Bununla beraber müritlerinden yeğeni Ananda’ya üç ay sonra ölmeye karar verdiğini söyleyerek inananların Mahava’da toplanmalarını istemiştir. Müritlerine öğrendiklerini uygulamalarını, insanlığın iyiliği için bildiklerini yaymalarını vasiyet etmiştir. Kusinara’da (Kasia Kuşunagona) bir döşeye uzanmış, son sözlerini söyledikten sonra kendisini ölüme bırakmıştır. Kusinara’da isteğine uyularak ölümünden bir hafta sonra cesedi yakılmış külleri on parçaya ayrılarak bir parçası orada yapılan stupaya, diğerleri de başka stupalarda koruma altına alınmıştır.
Hindistan’da yaygın olan Pali dilindeki en eski metinlere göre Buddha, insanları eğitme ve bilgilendirme yeteneğiyle büyük ün kazanmıştır. Tüm insanlara merhamet (Karuna) ve bilgelikle (Pena) yaklaşmayı başarmıştır. Onların yeteneklerine ve gereksinmelerine göre neyi nasıl öğreteceğini çok iyi biliyordu. Hindistan’da köklü ve saygın bir kurum olan kast sistemine karşı çıkmış, insanların eşitliğini sürekli vurgulamıştır. Felsefi görüşünde maddi gönenç ile manevi gelişme arasındaki bağlantının ayırımının üzerinde durmuştur. Ona göre, suçu cezayla önlemeye çalışmak boşunaydı. Yoksulluğun (Daliddiya) ahlaksızlık ve suç işlemenin başında geldiğini anlamış ve müritlerine sürekli bunu vurgulamıştır. 
Budizm düşüncesinin ortaya çıkışında Hindistan’ın kuzeydoğu kesiminde yaşayan yogaların önderliğinde küçük dini topluluklar vardı. Ne var ki, Brahmanların yapmış oldukları ayinler, törenler önemini yitirdiğinden Hindistan’da yaşayanları artık eskisi gibi etkilemiyordu. Ülkede yoksulluk ve çıkarcılıktan kaynaklanan çatışmalar sürüp gidiyor, güçsüz krallıklar peş peşe kurulup yıkılıyordu. Böyle bir ortamda Buddha’nın öğretileri de orada yaşayanların acılarına bir bakıma çare oluyordu. O acı çeken insanlara her şeyin geçici olduğunu, direnmelerini öğütlüyordu. Bu nedenle de dört soylu doğruyu tanımlayarak acılar içerisindeki insanla gerçek arasında olanları göstermeye çalışıyordu. Kısacası kötümser anlayışı ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Onun kurtuluş öğretisinin özü dört kutsal gerçekten meydana gelmiştir.
-İnsan varlığı kötülük, tatminsizlik, hastalık, yaşlılık ölüm gibi ıstıraplarla yoğrulmuştur.   Yaşam temelde düş kırıklığı, acı ve kederden meydana gelmiştir.
-Istırabın sebebi arzu ve ihtirastır. Bu da yeni karma ve sudura, yani tenasüh ve ölüme yol açmaktadır. Acı ve elem kişinin haz, iktidar ve kalıcı var oluşundan kaynaklanmaktadır.
-Istıraba son vermek için düş kırıklığına, acıya eleme son vermek için de bazı arzulara son verilmelidir. Arzulardan dünyevi, geçici işlerden sıyrılmalıdır. Böylesine sürekli tekrarlanan devrelerden kurtulmanın tek yolu Nirvana’ya ulaşmaktır.
-Arzuya ve eleme son verilebilmesi için doğru düşünmeli, doğru niyet edilmeli, doğru konuşulmalı, doğru davranılmalı, geçim doğru yoldan karşılanmalı, doğru çaba harcanmalı, bilinç doğru tutulmalı ve insanın aklı düşüncesi o konuda doğru biçimde yoğunlaştırılmalıdır.
Bunlar yerine getirildiğinde insanlar hürriyete, yeni bir yaşama kavuşacaklardır. Nirvana’ya ulaşabilmek ise Buddha’nın sekiz dilimli yolunda yürünerek kutsal gerçeğin öğrenilmesine, anlaşılmasına bağlıdır. Bunları kavrayabilenler ancak gerçekleri görebilirler. Buddha’nın ileri sürdüğü; Maha Parinibbana Sutta’da geçen Sila (Ahlak), Samdhi (Meditasyon) ve Panna (Hikmet) şeklindeki üç ana maddenin sonradan geliştirilmiş sekiz dilimli yolun üç maddesi doğru söz, doğru davranış, doğru geçim; sonradan eklenen iki maddesi doğru muhakeme, doğru murakabe, üç maddesi de doğru anlayış, doğru düşünce, doğru niyet yani Pannayadır.
Buddha’nın vedaların otoritesini, kurban sistemini kişilerin yoga gibi yollarla kendine eziyet etmesini, kişisel ruhu, manastır düzenini, kast ayırımını reddetmiştir. Brahmanların ilgi duyduğu metafizik meselelerden kaçınmıştır. Ancak genel Hint inançları olan karma tenasüh ve feragat yoluyla tenasühten kurtulmayı korumuştur. Brahman ayin ve kurallarında yaratıcı bir tanrıya yer vermediklerinden onların yaptıklarını küfür saymıştır. Brahmanların kültür merkezinden uzak bir bölgesinde doğmuş olan Budizm felsefesi, onların tanrı anlayışından çok uzaktır. Kaldı ki, Buddha’nın Tanrıyı inkâr eden bir ifadesi de öğretilerinin hiç birinde yer almamıştır. 
Buddha’ya göre dinsel yaşamın amacında insan benliğinin yanılmasından ve dünyadaki işlerin ayrıntısından kurtulmak yatmaktadır. Öncesiz ve sonrasız bir benliğin olmadığı (Anatta) gerçeği kavranmalıdır. Bunu başarabilen kişi yeniden doğuşun üstesinden gelebilir ve o zaman aydınlanmaya (Bodhi) ulaşabilirdi. Aydınlanmış insanın bulunduğu durumu dile getiren Nirvana bir bakıma sönmek anlamında kullanılmıştır. Şehvet, kötü niyet ve çılgınca sevmek gibi günahların insan yüreğinde yaktığı ateşin sönmesi bir bakıma aydınlanmanın yolunu açacağı, öğretilerin arasında yer almıştır. 
Buddha’nın ölümünden sonra Kasyapa’nın başkanlığında Buddha’nın önemli konuşmalarıyla Sangha kurallarının tekrarlandığı Bajagaha (Magadha Krallığının başşehir konsili) toplanmıştır. Bu konsile 500 rahip katılmış ve Buddha’nın görüşleri bir kez daha ele alınmıştır. Ondan yaklaşık bir yüzyıl sonra keşişler arasında fikir ayrılığı baş göstermiş ve bu yüzden Vesali’de ikinci bir konsil toplantısı daha yapılmıştır. Bu konsile 700 rahip katılmış keşişler arasındaki itilaflar çözülmüştür. İ.Ö III. Yüzyılda yeni bir anlaşmazlık ortaya çıkınca Budist inancına sahip olan İmparator Aşoka (İ.Ö 273-236) zamanında yeni bir toplantı daha yapılmıştır. Aşoka’nın inanç birliği ve sükûneti sağlamak amacıyla desteklediği bu konsil 1000 keşişin katılmasıyla yeni başşehir Pataliputta’da toplanmıştır. Konsil sonrasında Budizm Magadha’dan sonra bütün Hindistan’a yayılmış ve devletin dini olarak kabul edilmiştir. Yoğun propagandalar sonunda Budizm Hindistan’ın dışına taşmış; ilk defa Seylan Budizmi kabul etmiş, ardından Gandhara, Keşmir ve Mysore onlara katılmıştır. Kısa bir süre sonra da Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerine özel görevli keşişler gönderilmiş, ancak oralarda beklenilen taraftarı bulamamıştır. 
Bu konudaki dördüncü konsil 120’li yıllarda tahta çıkan ve Budizmi kabul ederek destekleyen Kuşan İmparatoru Kanişka zamanında yapılmıştır. Jalandhar’da veya Keşmir’de toplanan konsilin aldığı kararları muhafazakâr olarak tanınan Theravadinler kabul etmemiştir. Mahayana’nın onlardan ayrılmasıyla Budizm ikiye ayrılmış ve sonra Pali metinlerine dayanan eski Budizm I. Yüzyıldan itibaren Hindistan’da taraftar bulamamıştır. Önceleri Buddha’nın resim ve heykellerinin yapılmasına izin verilmediği halde sonraki yıllarda bu yasak kaldırılmıştır. Kanişka, yasağın kaldırılması üzerine Buddha’nın kabartmaları bulunan paralar bastırmıştır. Böylece Buddha eski Branlann inançlarındaki Rama ve Krişna gibi insan biçiminde dünyaya gelmiş bir tanrıya dönüştürülmüştür.
Budizm felsefesi mimari, resim ve heykel yapımında da kendisini göstermiştir. Bu kültürün ortaya koyduğu sanatsal yapıtlar bölgeden bölgeye değişmiştir. Buddha tasvirlerinin saklandığı, kutsal eşyaların korunup ve saygı gösterildiği manastırlar, stupalar bu kültürün ortaya koyduğu belli başlı yapılar olarak ortaya çıkmıştır. Stupalar manastırların bir parçası olarak düzenlenmiştir. Böylece Buddha dininde büyük manastırlar yapılmış ve bunlar aynı zamanda birer eğitim merkezi konumuna ulaşmıştır. Buddha’nın tasvirleri alışılan insan görünümlerinden çok uzak olup bunlar simgesel olarak yapılmışlardır. Özellikle heykellerinde Yunan, Roma ve Hint sanatının etkileri açıkça görülmektedir. Bununla beraber yüz ifadelerinde hafif bir tebessüm, birkaç bukle halindeki saçlarıyla diğer heykellerden kolayca ayrılabilmektedir. Buddha’nın tasvirlerinin çoğununun üzerinde keşiş elbisesi vardır. Bazı tasvirlerde lotoslardan oluşturulmuş bir taht üzerinde oturmaktadır.
Buddha’nın ölümünden sonra kutsal nitelikli heykelleri, Bodhi ağacı ve kül mahfazaları yapılmıştır. İ.Ö I. Yüzyılda yapılmaya başlanan bu heykellerin çoğunda Buddha incir ağacı altında bağdaş kurmuş olarak tasvir edilmiştir. Ayrıca ayakta ve yatar durumda heykelleri de yaygın biçimdedir.
Kuzeydoğu Hindistan’da Buddha’ya saygı gösterilmek üzere Budistlerin ziyaret ettikleri dört kutsal yer bulunmaktadır. Bunlar Buddha’nın Nepal’deki doğum yeri olan Lumbini, günümüzde Bodhi denilen Bihar, Gaya denilen aydınlanma yeri, ilk vaazını verdiği Benares yakınlarındaki Sarnath’daki Geyik Parkı ve Utar Prades’te öldüğü Kuşinagara’dır. Pali metnindeki Maha-Parinibbana Sutta’da bu dört yerden isimleri geçmeden söz edilmiştir.
Budistlerin onunla ilgili aylık ve yıllık olmak üzere iki çeşit kutsal günleri vardır. Her ay mahalli manastırlarda Patimokkha kurallarının okunduğu dolunay, yeni ayın ilk ve son dördüncü günü olan “Uposattha”yı kutsal saymışlardır. Mayıs ayının dolunay günü ise yıllık kutsal gündür; bu günde Buddha’nın doğumu, aydınlanması, ölümle ve nihai Nirvana’ya kavuşması kutlanmaktadır. Ayrıca Şubat ayının dolunay günü de kutlanan bir diğer kutsal gün sayılmıştır. Muson yağmurları dolayısıyla manastırlara kapanan keşişler Temmuzun ilk günü ayın doğuşundan Aralık dolunayına kadar geçen sürede verdikleri vaazlarla toplumu eğitmeye çalışmaktadırlar.
Budizmde ahlak anlayışı kişilerin tutumuna ve davranışlarına göre değişir ve aydınlanma felsefesi de buna bağlıdır. Budizme inananlar daha önce değindiğim beş temel öğretiye uymak zorundadırlar. Temel öğretide keşiş olmayanlara üç; keşişler için beş emir daha eklenmiştir. Sekiz dilimli yolun bütün Budistlerinin birbirlerine bağladıklarına inanılmıştır. Keşişlerin uymak zorunda oldukları bir de Patimokkha kuralları vardır. Kadınlarda ahlak, fazilet esastır. Bekâret ve keşişlikte en yüksek idealdir. Budist felsefesi cinsel tatmini bütün kötülüklerin kaynağı olarak görmektedir. Budizmin ilk 1000 yıllık gelişmesinde evlenme hor görülmüş, ancak zamanla bununla ilgili bazı tavizler verilmiştir. Budistin cömert olması ve maddiyata önem vermemesi esastır. Yeni pagoda ve manastılar yaptırmak, keşiş adayına kefil olmak, hayır işlerine yardım etmek, keşişlere yiyecek sağlamak, misafir ağırlamak gibi yardım ve dayanışma faaliyetleri bu felsefi görüşün temelini oluşturmuştur. Budist zihnini, nefsini, bedenini kontrol edecek, hareketlerini yavaşlatacak, kin, nefret, hırs, hile, şehvet gibi kötü huylardan arınmış olması esastır. Zihni olgunluğun ve parlaklığın insan vücuduna rahatlama sağlayacağına da inanılmıştır. Budistten gün boyunca yaptığı, söylediği ve düşündüğü her şeyin farkında olması istenmektedir. Budistlerin önemli kişilerin mezarına çiçek sunmaları, mum yakmaları, çocuklar ile çok fakir kişiler öldüklerinde gömülmelerine yardımcı olmaları da görevlerinin başında gelmektedir. Yakılmayan cesetler açık alanlara bırakılarak onların vahşi hayvanlar tarafından parçalanmasından veya bozulmasından keşişlerin ibret almaları istenmiştir.
Budhizmde taşın da ayrı bir kutsiyeti vardır. Buddha’nın ayak veya el izlerini taşıyan kayalara tapmak gibi bir âdetin eskiden çok yaygın bir inanç olduğu görülmüştür. Hint inancına göre taşların veya ona benzer cisimlerin içine tabiatüstü bir kuvvetin yerleştiğine inanılmıştır. Yine Hindistan’da Lingam Taşı bunun en açık örneğidir. Nitekim bu taşın üzerine su dökmek, çiçek koymak kesilen kurbanın kanını akıtmak suretiyle bereket, verimlilik kazanılacağına inanılmıştır. 
İslamiyet’in ortaya çıkarak yaygınlaştığı ülkelerin Budizm merkezlerine uzaklığı veya ekonomik bağlantılarının azlığından ötürü kaynaklarda bu dini felsefe ile bilgilere pek rastlanmamıştır. Kuran’da ve hadislerde Buddha ve Budizm hakkında açıklamalara yer verilmemiştir. Bazılarına göre Kuran’da sözü edilen Zülkifi’nin Buddha olduğu söylenmişse de bu iddia açıklığa kavuşturulamamıştır.
Müslümanların Hindistan ile bağlantısı Hz. Ömer döneminde Seyistan’ın (Sicistan) ele geçirilmesiyle başlamıştır. Emevi Halifesi Velid döneminde Haccac’ın Irak ve Horasan valiliği sırasında İslam ordusunun Sind’i kuşatıp Mültan’ı 713’de alarak yöreyi İslam topraklarına katmasıyla sürmüştür. Abbasiler döneminde Bağdat’ta Beytülhükme’nin kurulması üzerine Grek ve Hint eserleri Arapçaya çevrilmiştir. Böyle olunca da Hindistan düşünce ve yaşayışlarıyla ilgili bilgiler artmıştır. 

 



Bu yazı 543 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI